Özel jetim olmadıktan sonra ben buna yaşamak mı derim? Peki, senin yaşamaktan anladığın ne? Akşam lig tv seyredip kutu bira içmek mi?
Ben
aza talip değilim, aza razı da değilim, içim sonsuzluk isteğiyle dolu.
Ölümsüzlük isteğimi fikrimin, yüreğimin derinlerden gelip tüm varlığımı
kapladığını hissediyorum.
Ben sorunlu sevgi, arızalı muhabbet, kıskançlık duyulan başarı, içimde pis ve kokuşmuş bir dışkıya dönüşen yiyecek ve sair sıkıntı
veren hiçbir şey istemiyorum. Bu dünya bana hep dar ve ağır, çok ağır geldi.
Dolaştım, gezdim, açmadı beni. Sevdim, sevildim yetmedi...
Bu aşağılık dünyanın bana verebileceği hiçbir şey yok.
Bana "hayatını yaşa" derken ne teklif edebilirsin?
Bu dünya bana ne sunabilir? Böyle
sünepe, böyle arızalı bir hayatı kabul etmek, içinde bulunduğum mükemmel organizmaya hakaret
gibi geliyor bana.
İnsanlık olarak 13.7 milyar ışıkyılı öteyi
görebiliyorum. Kainatı anlayabiliyorum. Parçacık altı dünyayı(ları)
keşfetme yolunda hayranlık uyandıracak modeller tasarlıyorum. Bu
muhteşem organizmaya hangi yaşamı, hangi kalıbı layık görüyorsun? Bu
dünyanın bana verebileceği nedir?
5 Mayıs 2013 Pazar
24 Nisan 2013 Çarşamba
1993'te ne oldu?
"...
Cuntacıların,
vesayetin ağalarının önündeki en büyük engel Özal’dı. Özal 17 Nisan
1993’te devreden çıkarıldı. Aynı yılda olan hadiseleri hatırlamak bile
anlatmak istediğimiz gerçeği gözler önüne serer:
24 Ocak: Uğur Mumcu
katledildi.
5 Şubat: Adnan Kahveci’nin şüpheli ölümü.
17 Şubat: Jandarma
Genel Komutanı Eşref Bitlis öldürüldü.
23 Mayıs: PKK’lı teröristler
tezkere almış 33 silahsız askeri şehit etti.
2 Temmuz: Sivas’ta Pir
Sultan etkinliklerine katılan yazar Aziz Nesin ile bir grup aydın ve
sanatçının kaldığı Madımak Oteli ateşe verildi, 37 kişi öldü.
5 Temmuz:
Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünde PKK ve diğer
örgütlerin ortak yaptığı eylem sonucunda 33 kişi öldürüldü.
22 Ekim:
Eşref Bitlis’in ekibinden Tuğgeneral Bahtiyar Aydın öldürüldü.
Hüseyin Gülerce
Cuntacıların,
vesayetin ağalarının önündeki en büyük engel Özal’dı. Özal 17 Nisan
1993’te devreden çıkarıldı. Aynı yılda olan hadiseleri hatırlamak bile
anlatmak istediğimiz gerçeği gözler önüne serer:
24 Ocak: Uğur Mumcu
katledildi.
5 Şubat: Adnan Kahveci’nin şüpheli ölümü.
17 Şubat: Jandarma
Genel Komutanı Eşref Bitlis öldürüldü.
23 Mayıs: PKK’lı teröristler
tezkere almış 33 silahsız askeri şehit etti.
2 Temmuz: Sivas’ta Pir
Sultan etkinliklerine katılan yazar Aziz Nesin ile bir grup aydın ve
sanatçının kaldığı Madımak Oteli ateşe verildi, 37 kişi öldü.
5 Temmuz:
Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünde PKK ve diğer
örgütlerin ortak yaptığı eylem sonucunda 33 kişi öldürüldü.
22 Ekim:
Eşref Bitlis’in ekibinden Tuğgeneral Bahtiyar Aydın öldürüldü.
4 Kasım: JİTEM’in kilit isimlerinden olduğu belirtilen Binbaşı Cem Ersever öldürüldü.
..."Hüseyin Gülerce
18 Nisan 2013 Perşembe
Kurtlara, kuşlara geçit töreni!
Geçit
törenlere ait sembol ve materyallerin alakasız bir ortamda ve şartlarda
derme çatma bir araya getirilerek fotoğrafının çekilmesi çocukça
bir yansılama oyunu değilse (-ki oyunsa masumdur, olabilir ama değilse
eğer) alaya almaktan başka ne anlama gelebilir?
Cumhuriyet bu mudur?
Köyde öğretmen olup ancak Emir Kusturica filmlerinde rastlayabileceğimiz bu şekilde komik-ironik sahneler oluşturarak cumhuriyet kutlaması yapmak, cumhuriyet ruhunu çocuklara aşıladığını sanmak bir başarı değil ancak zavallılıktır.
Cumhuriyet bu mudur?
Köyde öğretmen olup ancak Emir Kusturica filmlerinde rastlayabileceğimiz bu şekilde komik-ironik sahneler oluşturarak cumhuriyet kutlaması yapmak, cumhuriyet ruhunu çocuklara aşıladığını sanmak bir başarı değil ancak zavallılıktır.
Mutluluk hiçbir şeydir
Mutluluk(haz)
nefes almak gibidir; kısa bir süre içinde geri vermek zorundasındır.
Hemen ardından da daha büyük bir açlıkla daha fazlasını içine çekmek
istersin. Bir kez ulaşılan obje veya durum ikinci kez ulaşıldığında
mutluluk(haz) vermez veya gitgide
daha az haz verir. Mutluluk(haz) arayışı insanı daha doyumsuz ve aç
gözlü yapar. Çünkü mutluluk(haz) hormonal bir sistemin ortaya çıkardığı
sanal/duyumsal bir durumdur.
Mutluluk, tatlı bir şey yemek gibidir. O yiyeceğin üstüne daha az tatlı bir şey yerseniz tadını alamazsınız. Daha tatlı bir şey yerseniz onun tadını da daha az yoğunlukta alırsınız. Ama arada ekşi, tuzlu veya acı yer tekrar tatlıya dönerseniz ilk seferindeki hazzı tekrar alırsınız.
Mutluluk gerçek değildir. Beyinde salgınan hormonlar sebebiyle hissedilen bir duygu durumudur. Bu hormonları dışarıdan uyaran her tür uyarıcı kişide bağımlılık yapar. Ancak metabolizmanın değişmeyen bir özelliği vardır ki her tür tekrarlanan uyarıcıya karşı duyarsızlaşmak! İşte bu sebeple alkolikler, madde bağımlıları sürekli dozu artırmak zorunda kalırlar. Çünkü bir önceki doz onları arzuladıkları derecede mutlu etmeye yetmez.
İşte hayatta mutluluk(haz) yaşamak için faydalanılan tüm aracılar da benzer etkiyi oluştururlar. A model bir telefonu aldığında kendini en mutlu kişi olacak sanan birisi, isteğine ulaştıktan bir kaç gün sonra hayal ettiği kadar mutlu olmadığını farketmeye başlar. Hatta ilk anda ne kadar mutlu olmuştu, ne derece haz almıştı onu bile net olarak hatırlayamaz. Söyleyebileceği tek söz "iyi bir şey yaşadım" olacaktır. Çünkü beynin hafıza merkezinde hormonal durumun kaydedildiği bir bölge yoktur. Mutluluklar kaydedilmez; yaşanan o deneyimden çıkan fikirler kaydedilir. Bu yüzden mutluluğu hatırlamak mümkün değildir. Sadece yaşanan o durum sonunda oluşan fikirler hatırlar akılda kalır. A model telefona sahip kişi belki bir ay sonra önceki halini hiç hatırlamayacak A+ modele sahip olursa dünyanın en mutlu kişisi olacağını hayal etmeye başlayacaktır. Bir ay önceki, A modele karşı duyduğu yoğun istek, elde ettiğinde hissettiği mutluluk gibi duyguları hatırlamıyor olacaktır.
Nesne, birey, ortam, başarı,olay, güç ve benzeri faktörlerden beslenen mutluluk(haz) duygusu çok kısa bir süre içinde daha fazlasına ihtiyaç duyar hale gelecek, ulaşılamadığı durumlarda acı verecektir. Mutluluk(haz) arayışı aslında insan için, içinden çıkılması imkansız bir kısır döngüdür.
Mutluluk hiçbir şeydir, huzur herşey.
Mutluluk, tatlı bir şey yemek gibidir. O yiyeceğin üstüne daha az tatlı bir şey yerseniz tadını alamazsınız. Daha tatlı bir şey yerseniz onun tadını da daha az yoğunlukta alırsınız. Ama arada ekşi, tuzlu veya acı yer tekrar tatlıya dönerseniz ilk seferindeki hazzı tekrar alırsınız.
Mutluluk gerçek değildir. Beyinde salgınan hormonlar sebebiyle hissedilen bir duygu durumudur. Bu hormonları dışarıdan uyaran her tür uyarıcı kişide bağımlılık yapar. Ancak metabolizmanın değişmeyen bir özelliği vardır ki her tür tekrarlanan uyarıcıya karşı duyarsızlaşmak! İşte bu sebeple alkolikler, madde bağımlıları sürekli dozu artırmak zorunda kalırlar. Çünkü bir önceki doz onları arzuladıkları derecede mutlu etmeye yetmez.
İşte hayatta mutluluk(haz) yaşamak için faydalanılan tüm aracılar da benzer etkiyi oluştururlar. A model bir telefonu aldığında kendini en mutlu kişi olacak sanan birisi, isteğine ulaştıktan bir kaç gün sonra hayal ettiği kadar mutlu olmadığını farketmeye başlar. Hatta ilk anda ne kadar mutlu olmuştu, ne derece haz almıştı onu bile net olarak hatırlayamaz. Söyleyebileceği tek söz "iyi bir şey yaşadım" olacaktır. Çünkü beynin hafıza merkezinde hormonal durumun kaydedildiği bir bölge yoktur. Mutluluklar kaydedilmez; yaşanan o deneyimden çıkan fikirler kaydedilir. Bu yüzden mutluluğu hatırlamak mümkün değildir. Sadece yaşanan o durum sonunda oluşan fikirler hatırlar akılda kalır. A model telefona sahip kişi belki bir ay sonra önceki halini hiç hatırlamayacak A+ modele sahip olursa dünyanın en mutlu kişisi olacağını hayal etmeye başlayacaktır. Bir ay önceki, A modele karşı duyduğu yoğun istek, elde ettiğinde hissettiği mutluluk gibi duyguları hatırlamıyor olacaktır.
Nesne, birey, ortam, başarı,olay, güç ve benzeri faktörlerden beslenen mutluluk(haz) duygusu çok kısa bir süre içinde daha fazlasına ihtiyaç duyar hale gelecek, ulaşılamadığı durumlarda acı verecektir. Mutluluk(haz) arayışı aslında insan için, içinden çıkılması imkansız bir kısır döngüdür.
Mutluluk hiçbir şeydir, huzur herşey.
Azınlık Raporu
Toplumlarda
sayıca çok olduğu halde azınlık olarak nitelenebilecek durumlar vardır.
Yani azınlık, terim anlamı olarak "sayıca az insan topluluğu" demek
değildir. Egemen gücün dışında kalan insan topluluklarına o ülkenin
azınlığı denir. Mesela Güney Afrika'da (sanırım halen) zenciler
azınlıktır. Fakat ülke nüfusunun %90'dan fazlası zencidir. Türkiye
Cumhuriyeti kısa geçmişi boyunca Anadolu topraklarında yaşayan tüm
'HALK' azınlık durumundaydı. Küçük, elit bir zümre tarafından yıllarca
egemenlik altında tutuldular. DP, ANAP ve AKP dönemlerinde egemen güç
dengesinin değiştirilmesi için ciddi çalışmalar yapılmış ancak darbe,
idam, suikast gibi sonuçlarla önü kesilmiştir. İçinde bulunduğumuz
dönemde de egemen güçlerin yer değiştirme çekişmesi devam etmektedir.
Buraya kadarki açıklamalardan anlaşılıyor ki Türkiye'de azınlık kavramı muğlaktır. Tam olarak kimin azınlık olduğu, kimin egemen güç olduğu belli değildir. Bu durumda belirli bir kesimin azınlık olarak kabul edilmesi ve ayrıcalık tanınması (ki azınlıklara ayrıcalık gayet hukukî, demokratik ve mantıkî bir haktır) pratikte haksız sonuçlar doğurabilir. Çünkü, azınlık olarak kabul edilmeyen ama gerçekten azınlık olan büyük bir kesim, pozitif ayrımcılık kapsamında değerlendirilecek bu imtiyazlardan faydalanamayacak, ciddi bir dengesizlik ortaya çıkacaktır.
Bu sebeple ırka, aileye, zümreye, ideolojiye, inanca dayalı yönetim sistemleri mutlak bir egemen güç ortaya çıkaracağı için yönetimin, siyasî iktidarın tüm bunlardan uzak olması gerekmektedir. Yani laik devleti bu şekilde alglayıp kabul etmek, azınlıklar ve onlara tanınacak haklar sorununu ortadan kaldıracaktır. Laik devlette, devlete tüm gruplar eşit mesafede olacağı için azınlık-egemen güç ikiliği oluşmayacaktır. Bu durumda hukukun da mutlaka çoklu uygulanması gerekir. Yani devlet(yönetim) laik ve tarafsız olmalı fakat gruplar kendi inanç, anlayış, gelenek ve yargılarına göre hukuktan faydalanabilmelidirler. Mesela müslümanlar için şeriat mahkemeleri kurulmalı, isteyenlerin bu mahkemelerin vereceği hükümlere göre hareket edebileceği ortam oluşturulmalıdır. Ermeni, rum, yahudi vs için de durum aynıdır. Laik devlet ve çoklu hukuk sistemiyle şu anda yaşadığımız ve içinden çıkılmaz gibi görünen problemlerin onda dokuzu çözülebilir.
Buraya kadarki açıklamalardan anlaşılıyor ki Türkiye'de azınlık kavramı muğlaktır. Tam olarak kimin azınlık olduğu, kimin egemen güç olduğu belli değildir. Bu durumda belirli bir kesimin azınlık olarak kabul edilmesi ve ayrıcalık tanınması (ki azınlıklara ayrıcalık gayet hukukî, demokratik ve mantıkî bir haktır) pratikte haksız sonuçlar doğurabilir. Çünkü, azınlık olarak kabul edilmeyen ama gerçekten azınlık olan büyük bir kesim, pozitif ayrımcılık kapsamında değerlendirilecek bu imtiyazlardan faydalanamayacak, ciddi bir dengesizlik ortaya çıkacaktır.
Bu sebeple ırka, aileye, zümreye, ideolojiye, inanca dayalı yönetim sistemleri mutlak bir egemen güç ortaya çıkaracağı için yönetimin, siyasî iktidarın tüm bunlardan uzak olması gerekmektedir. Yani laik devleti bu şekilde alglayıp kabul etmek, azınlıklar ve onlara tanınacak haklar sorununu ortadan kaldıracaktır. Laik devlette, devlete tüm gruplar eşit mesafede olacağı için azınlık-egemen güç ikiliği oluşmayacaktır. Bu durumda hukukun da mutlaka çoklu uygulanması gerekir. Yani devlet(yönetim) laik ve tarafsız olmalı fakat gruplar kendi inanç, anlayış, gelenek ve yargılarına göre hukuktan faydalanabilmelidirler. Mesela müslümanlar için şeriat mahkemeleri kurulmalı, isteyenlerin bu mahkemelerin vereceği hükümlere göre hareket edebileceği ortam oluşturulmalıdır. Ermeni, rum, yahudi vs için de durum aynıdır. Laik devlet ve çoklu hukuk sistemiyle şu anda yaşadığımız ve içinden çıkılmaz gibi görünen problemlerin onda dokuzu çözülebilir.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
